Anasayfa SAĞLIK 19 aylık bebek psikolojisi ve fiziksel gelişimi

19 aylık bebek psikolojisi ve fiziksel gelişimi

by kacgun
aylik bebek gunde kac kez kaka yapar

19 aylık bebek psikolojisi ve fiziksel gelişimi

Anne sütünü ilk 2 sene boyunca çocuğunuza verebilirsiniz. Ancak genellikle 12 aydan sonra anne sütü ile besleme oranı düşüyor.

Belki bu haftalarda değil ama çok yakında siz de bebeğinizi sütten keseceksiniz. Püf noktalarını bu bültende bulacaksınız.

Yaşlara göre çocukta dil gelişimi

Konuşmaya hazır oluşu 12-18 aylık çocuklarda görülür, ayda 1-2 kelime artarak, konuşmaya gidilir. Konuşma taklit ederek gerçekleşir, doğru taklit yavaş ilerler. Öğrendiği sözcükleri genelleyebilir. Örneğin tüm erkeklere baba yada dede diyebilir. 13 ayda sözcüğü anlayabilir.

EVRELER : Dil gelişimi doğuştan itibaren sesle başlar. Bu yazıda okula başlama yaşına kadar dil gelişimini birlikte inceleyeceğiz.

1. Hafta: Ağlarken bile, konuşma için gerekli alıştırmaları yapmış olur. Kısa ve derin soluk alır, ağlama sırasında ses çıkartmak için gerekli ağız hareketleri yapar. Ses ve solunum düzenleme becerisi gösterir.

2. Hafta: Ağlamada düzensiz aralıklarla devam eder, uykusu geldiği zaman ağlar.

3. Hafta: Ağlamada azalma görülür.

4. Aydan sonra da gece uyurken ağlama azalır.

2. Ayın sonundan itibaren cıvıldama, guk gibi rahat, mutlu olduğunu hissettirdiği sesler çıkarır.

3. Ayın sonunda yüksek sesle gülebilir, annenin sesine yönelebilir. A – gu gibi sesli- sessiz anlamsız harflerden oluşan bileşimler oluşturur.

6. Ayda Annenin sesini uzaktan duyar ve yönelir.
Yalnızken veya kalabalıkta tek heceli, iki heceli, şarkımsı hoş , uyumlu sesler çıkarır.
Tüm insan seslerine aynı tepkiyi verir. Seslerle yüz arasında bağlantı kurabilir. Arkası dönük duran anne veya babadan gelen sesi tanır ve ayırt eder.
Oynarken güler, neşeli çığlıklar atar.
Kızınca, sinirlenince bağırır.
Annenin değişik ses tonlarına tepki verir .

6 – 9 Ay Arası hecelemeye başlar. Ba, ma, ta gibi anlamsız sözcükler söyler. Kendi sesini dinlenmekten hoşlanır, kendine güler. Kalabalıkta sesler çıkarır, kendileriyle konuşulunca iyi seslendirme yaparlar.

6- 8 Ay arası aynı heceleri arka arkaya söyler. Ba –ba- , da –da, ma-ma gibi Heceleme, vokal mekanizmayı kontrol altında tutar, konuşmayı hızlandırır. Çocuklara şarkı, ninni söylenirse konuşma ritmini yakalar, daha çabuk ve kolay konuşurlar.

9-11 Ay her günkü seslere, özellikle insan sesine ilgi gösterir. İlgi çekmek için bağırır, dinler, tepki verir. Hayır, yapma, bay bay sözlerini anlar. Dudaklarını şapırdatır, köh –köh sesleri çıkarır, cıvıltılı sesler çıkarır. Kulağının +1 m uzaklığından uygulanan seslere yöne göre tepki gösterir. İşitme engelli çocuklar bu ayda anlaşılabilir.
Fiiller hareketle anlatılabilir. Uzakta, burada ………….
El – Kol hareketleri ve sesle eşyaları isteyebilir.
Hayır sözcüğünü anlar.

12 Ay Kendi adını bilir, seslenince döner.
Ses tonunu kendi kendine değiştirir
Hiç durmadan yüksek sesle konuşabilir.
Sesli harfleri daha çok kullanır.
Aile bireylerinin ismini bilir.
Pisi pisi, hav hav gibi kavramları anlar, el çırpma , onu bana getir gibi kavramları anlar
Derdini anlamlı sözcüklerle anlatabilir, su ver gibi
Süt, su gibi kelimelerle istediğini belirtir .
Cisimleri sembollerle anlatır. Düt düt, çuf çuf gibi

Konuşmaya hazır oluşu 12-18 aylık çocuklarda görülür, ayda 1-2 kelime artarak, konuşmaya gidilir. Konuşma taklit ederek gerçekleşir, doğru taklit yavaş ilerler. Öğrendiği sözcükleri genelleyebilir. Örneğin tüm erkeklere baba yada dede diyebilir. 13 ayda sözcüğü anlayabilir.

18. Ay Basit sorular sorar, tek sözcükle ifade eder. Olmaz ,. Onun, benim, gibi kelimeleri söyler . Konuşma ritmini, konuşmada sırasını bilir, konuşanın yüzüne bakar. Söylenenlerin çoğunu anlar, talimatları yerine getirir. Kitabından ve kullandığı objelerden çoğunu tanır. Yaklaşık olarak 50 sözcüğü kullanabilir. Konuşma ve paylaşmaya yatkın aile ortamında dil gelişimi hızlıdır. Konuşma için baskı yapılmamalı , ama onunla konuşulmalıdır. Oyuncakları verirken adı söylenebilir. Bebek dili kullanmayın, bir obje için iki isim kullanmasına neden olabilir. Resimlerin adını söyleyebilir zarf ve sıfatlarla tanışır.

2 Yaş Bu yaşta konuşma yabancılar tarafından anlaşılabilecek düzeydedir. Çok fazla sözcüğü anlar, ancak az sözcük kullanır. İki sözcükle cümle kurabilir, karşılıklı konuşur, kim , ne , niçin . Sorularını sorar. Zarf ve sıfatlarla Heyecan, coşku durumlarında “ kekeleme, yaygın olabilir.

2,5 Yaş 200 kadar sözcük kullanabilir, çocuksu telaffuz görülebilir. Kim , ne sorularını sorar. Ben , sen zamirlerini doğru kullanır. İki eşyayı kullanışına göre anlatabilir. İki sıfatı tanır.

3 Yaş Cümleler gramer açısından oturmaya başlar. Düşünceler arasında neden – sonuç ilişkisi kurabilir. Dinleyip, dinlenmediğini bilmeden konuşur. 300 kelime bilir, kendi kendine uzun uzun konuşabilir, yeni kelimelere ilgi duyar , “ ve” nin anlamını keşfeder. Ben, sen şimdiki ve gelecek zamanı anlatan kelime ve kavramların bilincindedir. Zamir ve bazı basit edatları uygun biçimde kullanmaktadır. Renk adlarını öğrenir, ama renk ile adını eşleştiremez. Beyaza yeşil diyebilir.

4 Yaş Dil bilgisi kurallarına uyarak konuşur, konuşması anlaşılabilir. Neden , niçin , nasıl, nerede, ne zaman sorularını sık sık sorar. Uzun hikayeler dinleyebilir, gerçekle düşü karıştırabilir. Rüyasında gördüğü sarı arabasını uyanında evde arayabilir. Şiiri, şarkıyı ezbere okuyabilir.

5 YaşHep konuşmak ister, uzun cümle kurmak ister , sorular sorar. Niçin böyle, nasıl kalemle yazılır v.b. Dilbilgisi kurallarına uygun konuşur. Olayları, hikayeleri konu sırasına göre anlatır. Neden, niçin ile ilgilenir. Düşünür, planlar, söyler.

6 Yaş
Okula Başlama

Dinlenen ve anlaşılan çocuk, okulda daha iyi öğrenebilir. Çevreye ilgilidir, renkleri şekilleri tanır, kısa – uzun, büyük – küçük kavramlarını bilir, öğrenmeye hazırdır. Okuma ve yazma duyular arası yolların en iyi şekilde işleyişini gerektirir. Kas gelişimi, motivasyon, benlik kontrolü okuma ve öğrenmede önem kazanır.

Psikolojik Danışman
Dr. Işın Akı

Anneye bağımlılık ve ayrılma güçlüğü

“Anne çocuğun kendisinden ayrılması için önce kendisinin buna izin vermesi gerektiğini anlamalıdır. Ayrılamayan çocuk sözkonusu olduğunda, anne çocuktan ayrılamıyor demektir.” diyen Elele Çocuk ve Aile Psikolojik Danışmanlık Gelişim ve Eğitim Merkezi’nden Psikolog ve Özel Eğitim Uzmanı Bihter Mutlu Gencer annelere bağımlılıkla ilgili merak edilenleri anlatıyor.

“Anne çocuğun kendisinden ayrılması için önce kendisinin buna izin vermesi gerektiğini anlamalıdır. Ayrılamayan çocuk sözkonusu olduğunda, anne çocuktan ayrılamıyor demektir.” diyen Elele Çocuk ve Aile Psikolojik Danışmanlık Gelişim ve Eğitim Merkezi’nden Psikolog ve Özel Eğitim Uzmanı Bihter Mutlu Gencer annelere bağımlılıkla ilgili merak edilenleri anlatıyor.

Bazen biz anneler çocuklarımızı kendimizin birer uzantısı gibi görürüz. Onları biz doğurduk, bizim eserimiz olmalı… Bizim gibi düşünmeli, bizim gibi hissetmeli… “Bağımsız, özgüven sahibi bir çocuk olsun” deriz, bireyselliğini destekler gibi görünürüz ama farklılaşmaya çalıştığında hemen tepki gösteririz. Onlar için her zaman en doğrusunu biz biliriz sanırız, “onun iyiliği için” deriz. Benden daha iyi kimse bakamaz çocuğuma diye düşünürüz… Babalardan hiç çocuğuyla ilgilenmiyor diye hep şikayet ederiz ama babalara bebeği iki saat emanet edemeyiz. Hatta bazen abartıp “çocuğum en çok beni sevsin” isteriz… Peki biz anneler niye böyle davranıyoruz? Merkezi’nden Psikolog ve Özel Eğitim Uzmanı Bihter Mutlu Gencer bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Bütün bunların altında yatan asıl neden, belki kendimizin bile farkında olmadığı, belki de tamamen biliçdışında hissettiğimiz, çocuklarımızın bizden kopuşunun getirdiği dayanılmaz acı ve buna bir şekilde karşı koyma isteğimizdir…”

Anne olmak zordur…

Bebeğimiz başkasının kucağında olduğunda içimiz bir “cızz” eder.. şöyle boğazımızdan karnımıza doğru inen tanımlayamadığımız bir duygu….
“Hayır elimi bırak, ben kendim merdivenden ineceğim” dediğinde…
Yuvanın kapısında “bay bay anne” deyip arkasına bile bakmadan arkadaşlarına koştuğunda da aynı cızz…
O yıl okulun ilk günü için artık anne-babanın gelmesini istemediğinde…
İlk kız arkadaşıyla tanıştırdığında…
Tatilini arkadaşlarıyla geçirmek istediğini söylediğinde de…
Yurt dışında okumaya gitmek istediğinde de aynı cızz…

Bihter Mutlu; “Ayrılıklar hayat boyu yaşanır. Ama ne kadar “rahat” yaşanır, işte bu büyük oranda annenin elinde…” diyerek şunları söylüyor: “Anne çocuğun kendisinden ayrılması için önce kendisinin buna izin vermesi gerektiğini anlamalıdır. Ayrılamayan çocuk söz konusu olduğunda, anne çocuktan ayrılamıyor demektir. Annelerin kabul etmesi ne kadar zor olsa da bu tartışmasız bir gerçek. Fakat annede bir kez bu farkındalık oluştuğunda problemin büyük bir kısmı hallolmuş demektir.”

“Bağımlılık konusunun oluşumunu biraz daha açabilir misiniz?” sorusuna sie şöyle yanıt veriyor: “Bebekler dünyaya geldikleri andan itibaren anneye (annenin yokluğunda kendisine bakan kişiye) bağlanmaya başlarlar. Bu bağlanmanın güvenli veya güvensiz oluşunu annenin bebeğini sevip kabul etmesi, bebeğin gelişim dönemlerine göre ihtiyaçlarına (fiziksel ve duygusal) tam olarak cevap verebilmesi belirler. Böylece bebek ihtiyaçları karşılandıkça yavaş yavaş kendisini güvende hissetmeye ve kendisini anlayan, ihtiyaçlarını karşılayabilen anneye sağlıklı bir şekilde bağlanmaya başlar. Artık dünya o kadar da tahmin edilemez bir yer değildir. Böylece çocukta dünyaya, çevresine ve insanlara karşı “temel bir güven duygusu” oluşur. Ne de olsa annenin kendisiyle kurduğu sağlıklı ilişki bebek için diğer ilişkilerinin temelini oluşturacak olan bir şablondur. Anneyle güvenli bağlanma ve sağlıklı ilişki bütün yapı taşlarıyla oluşamadığında (çeşitli faktörler dolayısıyla-annenin depresyonu, bebeğini ve anneliğini tam olarak kabul edememesi, bebeğin ihtiyaçlarına cevap verememesi, vs..) çocukta temel güven duygusunun oluşması zor olur. Dünyayı tahmin edilemez, belirsiz, güvensiz ve tehlikelerle dolu bir yer olarak görür. İlişki şablonu sağlıklı olmadığı için anne yanında değilken çocuk kendisini çırılçıplak tehlikede hisseder. Ayrıca bu duygunun kaynağında annenin bilinçli veya bilinçdışı etkileri çok önemlidir. Anne çocuktan uzak kaldığında çok kaygılı olduğu için çocuk bunu elbette ki hisseder (en çok da ayrılık saniyesinde), demek ki korkacak bir şey var diyerek anneden ayrı kalmak her anlamda kendisini huzursuz eder. Aklı annede kalır, ortama konsantre olması, yeni deneyimlerin tadını çıkarması mümkün olmaz. Yani anne ayrılamaz, böylece çocuk ayrılamaz, çocuk anneden kopamadıkça anne daha çok kaygılanır, çocuk bu duyguyu hisseder daha çok kaygılanır. Bu karşılıklı bağımlılık ilişkisi kısır döngü şeklinde devam eder.”

Bağımlık anne için de kolay değil…

Ayrılma meselesiyle ilgili başka bir başka kısır döngü de yaşanabiliyor. “Bazı anneler hem “çocuğuma en iyi ben bakabilirim, benden başka kimse bakamaz” diye yanlarından ayırmazlar ve çocuğu kendilerine bağımlı yaparlar; hem de zaman zaman bu bağımlılık onlara çok fazla gelir (çünkü çocuğu bile olsa bağımlılık duygusu insana ağır gelir), o zaman da “yeter artık” diye çocuğu itmeye başlayabilirler.” Diyen Bihter Mutlu şöyle devam ediyor: “Daha sonra anne bu itme davranışıyla ilgili bir suçluluk duygusu yaşamaya başlar. Bu sefer de çocuğun sevgisini kaybetme korkusuyla onun her dediğini yapar olur. Böylece çocuk sınırlarını yitirmeye başlar ve bir duygu karmaşasına kapılır. Annesi kendisini istiyor mu, istemiyor mu; seviyor mu sevmiyor mu tam olarak anlayamaz. Sonuçta annenin sevgisini kazanabilmek ve ilgisini taze tutabilmek için her türlü davranış problemini sergilemeye başlar. Bu durumda anneden ayrılmak, anne gözünün önünde olmadığında çocuk için adeta anneyi kaybetmek anlamına gelir. Bu da çocuğu anneye daha da bağımlı yapar. 3 yaşındaki çocuğundan hiç ayrılmamış bir anne için yuva zamanına kadar hiç sorun yokmuş gibi görünebilir. Fakat yuva zamanı, hatta okul zamanı gelip çattığında ayrılma meselesi “okul korkusu veya okul fobisi” dediğimiz çok ciddi bir problem haline gelebilir. Ayrılık vakti geldiğinde çocuk akıl almaz davranışlar sergiler; ağlar, bağırıp, tepinir veya okula gitmemek için karın ağrısı, hastalık gibi çeşitli bahaneler geliştirir, hatta gerçekten ateşi yükselir, midesi bulanır, kusar. Tüm bu olumsuz tabloyu aşabilmek için annenin kendi ayrılma kaygı ve korkularının ve suçluluk duygularının çocuğunu kendisinden ayırmasına izin vermediği konusunda farkındalık geliştirmesi problemin çözümü için oldukça iyi bir başlangıçtır. Ciddi ayrışma problemlerinde anne kaygılarının ve belki de depresyonunun üstesinden gelebilmekle ilgili olarak bir terapi alabilir.

Annelere Öneriler

• En baştan itibaren ufak ayrılıklara alışmak gerekir.
• Bebeğin ilk yoğun bakım ayları geçtikten sonra anne yavaş yavaş bebeğini başkalarına emanet etmeye başlamalı ve başkalarına güvenmeyi öğrenmeye çalışmalıdır.
• Ayrılma korkusu oluşmuş çocuklarla belki yarım saatlik minik ayrılıklarla başlanabilir. Çocuğun annenin rahat bir şekilde bay bay deyip gülümseyerek çıkıp gittiğini ve daha sonra geri geldiğini defalarca tecrübe etmesi gerekebilir. Çocuğun emanet edildiği kişiye veya yuvaya güveni arttıkça ve anneden ayrı tek başına varolabildiğini gördükçe ayrı kalınan süre uzatılabilir.
• Bağımlılık riski olan çocukların ilkokul vaktine kadar beklemeden yuvaya gitmesi işleri kolaylaştırır. Yuva olsun, okul olsun anne-babanın okula gidilmesi konusunda net ve kararlı olması, ne olursa olsun mutlaka yuvaya/okula götürmesi önemlidir. Bu aşamada annelerin bir uzman desteği almaktan çekinmemesi gerekir.

ELELE Çocuk ve Aile Psikolojik Danışmanlık Gelişim ve Eğitim merkezi

Çocuk eğitiminde suzuki metodu

Dr. Fatih Kataroğlu “Pediatride Son Gelişmeler” köşesinde Suzuki metodunu tüm ayrıntıları ile anlatıyor.

    • 1) Suzuki Felsefesi
    • 2) Suzuki metodunun tarihi
    • 3) Suzuki metodu nasıl işler?
    • 4) Dinleme
    • 5) Ailevi ilişki
    • 6) Pozitif çevre
    • 7) Repertuar
    • 8) Okuma
    • 9) Kişisel ve grup aktiviteleri
    10) Erken çocukluk dönemi eğitimi

1.Suzuki Felsefesi

Suzuki yetenek eğitimi yada Suzuki methodu olarak nitelendirdiğimiz eğitimin felsefesi, çocuğun gelişimini bütün olarak kucaklama esasına dayanır. Suzuki öğretisinde temel olan şey “Character first, ability second” olmasıdır. Yani ilk öncelikli olan karakter ,sonrasında yetenek gelmektedir. Suzuki felsefesinin özü pek çok yazısından alıntı yapılarak bulunabilir.
Bir yazısında “Müzikal yetenek doğuştan gelen yetenek değildir ancak geliştirilebilir. Düzgün bir eğitimle yetiştirilmiş bir çocuk, müzikal yeteneğe sahip olabiliyorken, tüm çocuklar annelerinin dillerini öğrenebiliyor. Yani bu potansiyel tüm çocuklar için limitsizdir” demiştir.

2.Suzuki Metodunun Tarihi

Suzuki metodu olarak dünyaca ünlü müzik eğitimi faaliyeti Dr. Shinichi Suzuki tarafında keşfedilmiştir. Japonya’nın Nagaya Eyaleti’nde 1898 yılında doğan Suzuki, Japonya’nın ilk ve en büyük keman imalatçısının oğluydu. Çocukluk döneminden itibaren fabrikada çalıştı.

Micha Elman’ın Eva Maria adlı eserini dinlerken ilham alan Suzuki, keman çalmayı öğrenmeye karar verir. Geçen 5 yıl içerisinde kendini keman öğrenmeye adadı ve 22 yaşındayken dönemin ünlü kemanisti Karl Klinger’den ders almak için Berlin’e gitti. Almanya’da Alfred Eistein ile yakın arkadaş olan Suzuki onun aracılığıyla pek çok ünlü düşünür ve müzisyenle tanışma fırsatı buldu. Burada tanıştığı Waltraud Prange ile evlendi ve eşiyle 1928 yılında Japonya’ya döndüğünde profesyonel müzisyenliğe ve öğretmenliğe başladı.

S.Suzuki İmperial Conservatory(imparatorluk konservatuarı)’den bir arkadaşının küçük oğluna keman çalmayı öğretirken, aklında çocukları bunları nasıl öğretebileceğinin yolu canlandı. II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle eşi yabancı olarak sınıflandırıldığından eşi ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Savaş döneminin zorluklarından hastalandı ve aylar sonra kendini toplayabilen Suzuki bu yaşadığı dönemin etkisiyle çocukların hayatına olumlu-pozitif etkiler yapacak kararlar aldı.

Almanya’da çocukların Almanca konuşmayı kolaylıkla nasıl öğrendiğini dikkatle inceledi. Çok kompleks bir dil olan Japoncayı da Japon çocukların kolaylıkla konuşmayı öğrendiğini fark etti. Tüm çocuklar annelerinin dillerini hiç enerji sarf etmeden zorlanmadan, dinleyerek, taklit ederek ve tekrarlayarak öğrendiğini gördü. Çocukların bu yolla müzik öğrenebileceklerini yani sevgi, terbiye ve kendini adamasıyla öğrenebilecekleri kararına vardı.

Suzuki öğretisinin konseptinde ilk önemli olan şey karakter, sonrasında yetenek gelmektedir. Onun amacı; bütün çocukları kucaklamak, sevgi-aşk müzikleriyle çocukları yetiştirmek, muhteşem bir enstüraman ustasından çok düzgün bir karakter sahibi olarak yetiştirmekti. Suzuki’nin fikri hep “Yetenek Eğitimi” (talent education) üzerine idi ve Matsumato’da bir okul kurdu.

Yetenek eğitimi; bilgi, karakter, beceri geliştirmeyi kapsar. Japoncada “Saino” kelimesinin anlamı yetenek ve kabiliyettir. Bizim dilimizde bu 2 kelimenin anlamları arasında bir fark yok. Ama Japoncada kişisel karakter üzerine müzikal yetenek geliştirme anlamına gelmektedir.

Suzuki konseptinin mantıksal bir çerçeveye oturtulması çok uzun zaman aldı. Ama sonunda diğer öğretmenler de bu çalışmaları duydu ve Matsumato’ya çalışmalara katılmak için geldiler. Bu öğretme metodu Japonya etrafında yayıldı ve viyolonsel, flüt ve piyano için geliştirildi.

1958 yılında Suzuki çocuklarının bir müzikal eseri bir grup müzisyen öğretmen tarafından filme alındı. Bu film pek çok müzikal kurum tarafından büyük bir ilgiyle karşılandı ve pek çok Amerikalı öğretmen bu metodu öğrenmeye karar verdiler. Suzuki ve bir grup öğrencisi USA’ya müzik eğitimi konferansına gittiler ve çok büyük bir ilgiyle karşılandılar. O zamandan bu yana bu yetenek eğitimi düşüncesi yayılmaktadır. Pek çok öğretmen Japonya’da Dr. Suzuki ile çalışmaktadır. Günümüzde 8000’den fazla Suzuki öğretmeni mevcut olup, 250 000’den fazla çocuk Suzuki metoduyla eğitim almaktadır.

Dr. Suzuki 99 yaşında 1998 yılında Matsumato Japonya’da vefat etti. Onun mirası çocukların ve ailelerinin hayatına katkısı olarak hep devam edecek.

3. Suzuki Metodu Nasıl İşler? 

Dr. Suzuki metodunu; çocukların anadillerini nasıl efor harcamaksızın öğreniyorlarsa onun gibi öğrenmesini amaçladı. Aileleri tarafından desteklenmiş ve cesaretlendirilmiş, sevgi dolu bir aile ortamında bulunan çocuklar en zor becerileri bile geliştirebilir ve öğrenebilirler tıpkı anlaşılır açık seçik net konuşmak gibi.
Bir çocuk konuşmayı öğrenirken çalışmada etkili faktörler:

    • ?Dinleme
    • ?Motivasyon
    • ?Tekrarlama
    • ?Aşama-aşama uzmanlaşma
    • ?Hafıza
    • ?Kelime bilgisi
    • ?Ailevi ilgi
    ?Sevgi

Suzuki metodunun ilkeleri ensturman kullanmayı öğrenmek için kullanılır. Bu ana dil yöntemi şiir, matematik, sanat gibi diğer konularda da başarıyla uygulanmıştır.

Dr. Suzuki çocuğun doğumdan itibaren gelişiminde müziğin önemli bir parçası olması gerektiğini ve dil eğitimine paralel bir şekilde gitmesini adım adım takip eder. Bebeğin içinde bulunduğu çevrede anadilinde hoş müzikler çalmalıdır. Bu sayede çocuk konuşma ve ensturman çalma yeteneğine sahip olarak gelişecektir. Dersler 3 yaşından önce başlar.

4.Dinleme

Çocuklar konuşmayı; dinleyerek ve çevrede konuşulan dili taklit ederek öğrenirler. Suzuki de öğrenme temel de gündelik olarak çocuklara dinletilen müzik ve diğer kayıtlar ile olur. Çocuklar bu sayede dans etmeyi ve oynamayı kolaylıkla öğrenirler. Güzel müzik melodileri ve düzgün metinlerden (text) konuşmalar, oyunlarında bunları model almalarını sağlar. Üretilen hoş sesler ve duygusal oyunlar eğitimin temelidir.

5.Ailevi İlişki

Aile Suzuki öğretisinde çok önemli rol oynar. Öğrenmede aile çocuk ile öğretmen arasında rol alır. Ailelerin de eğitimlere katılmaları gerekmektedir. Bu eğitimin bir parçasıdır.Aileler not almalı ve pratikleri beraber yapmalıdır.Onlar bu sayede evdeki öğretmenler olacaklardır. Ailelerin günlük dinlenen ses kayıtlarına ihtiyaçları olacak.Bunlar eşliğinde evde sevgi dolu bir ortamda da eğitim fırsatı doğacak.Derslerin evde de olması çocukların cesaret duygusunu güçlendirecek yetenek sahibi olmalarını sağlayacak.

6.Pozitif Çevre

Pozitif bir çevre yaratılması evde ve derste şarttır. Ailelerin tüm bireyleri bunları anlamalı ve uymalıdır.Çocuklar överek ve cesaretlendirilerek desteklendiklerinde hevesle öğrenirler.Evde diğer doğru davranışları görerek tanıyarak öğrenirler.

7.Repertuar

Suzuki’nin müzik eğitimine en büyük katkısı düzgün bir repertuarın olmasıdır. Dikkatlice seçilmiş parçalar çocukları öğrenmeleri ve geleceklerinde çok büyük yara sağlayacaktır. Müzik, teknik ve konsept bu eğitimin bir parçasıdır. Bu tekrarlamalar ile pekiştirilir.

Her enstrümanın bir repertuarı vardır. Bu enstürmanlara yakınlık sağlanarak motivasyon ile ilerleme elde edilmiş olur. Her enstürman için ayrı oluşturulmuş bu repertuarlar dünya çapında Suzuki çocuklarını birbirine bağlar.

8.Okuma

Okuma;teknik ve müzikal becerinin bir dilin tam olarak öğrenilmesinden sonra öğrenilebilecek bir aşamasıdır. Bu aşamada çocuklar yaşlarına uygun olarak müzikleri okumaya başlarlar. Tabiî ki bu temelden profesyonele doğru aşama aşama, olacaktır. Korolar halinde yapılan bu şarkı okuma programları, Suzuki eğitiminde müzikal gelişimin temelini oluşturmaktadır.

9.Kişisel Ve Grup Aktiviteleri

Çocukların kişisel derslerine ek olarak, öğrencilerin grup dersleri de vardır. Bu ortak repertuar onların birlikte oynamalarına, onların çok değerli deneyimler kazanmalarına ve pozitif bir destek olarak rol alacaktır. Her öğrenci gösteride belli bir rol alır ve diğer çocuğun rolunde gözlemde yapmış olur. Bunlar çocuklarda büyük bir motivasyon sağlayarak çocuklara sevgiyi aşılar.Suzuki müzik tarafından belli dönemlerde bazı grup aktiviteleri konserler düzenlenir. Öğrenciler ortak eserlerini sergilerler.

10.Erken Çocukluk Dönemi Eğitimi

Suzuki çocukluk dönemi eğitimi (0-3)yaşındaki donemde başlar. Çocuklar çok farklı her tür ensturman duyuma fırsatını yakalarlar.Çok farklı deneyimler edinirler. Genellikle 3 yaşında ensturman öğrenmeye başlarlar.

İlginizi Çekebilir

Yorumlar

Kaçıncı aydayız 04 ve 23 Nisan ne günü, bugün dünya ne günü: Şansını Dene Günü (Take a Chance Day), İmkansız Astronot (Doctor Who) Günü (Impossible Astronaut Day), Aşıklar Günü (Lover’s Day),

Son Eklenenler

Çok Okunanlar

Takvim 2024 – KaçGün