16 Ağustos 1960 Kıbrıs adası için tarih yapraklarının gösterdiği alelade bir tarihin çok ötesinde anlamı olan bir güne işaret eder. O tarhi gün, ada halkı Lefkoşa sokaklarına dökülmüş, Kıbrıs Türkleri ve Rumları hep bir ağızdan “eşit ortaklık” temelinde kurulan yeni bir devletin doğuşunu kutlamaya hazırlanıyordu. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanı yalnızca ada halkının değil iki garantör devletin yani Türkiye ve Yunanistan kadar eski sömürge yönetimi İngiltere ve Soğuk Savaş’ın büyük güçlerinin de dikkatle izlediği kritik bir dönüm noktasını oluşturuyordu.
SÖMÜRGEDEN BAĞIMSIZLIĞA UZANAN ZORLU YOL
19. yüzyılın sonlarından itibaren İngiltere’nin idaresine giren Kıbrıs, II. Dünya Savaşı sonrası sömürgeciliğe karşı gelişen küresel dalgadan derinden etkileniyordu. Adadaki Rumlar arasında güçlenen ENOSİS fikrinin tonu giderek koyulaşıyor, EOKA adlı terör örgütünün de işe fiilen dahil olmasıyla bambaşka bir boyuta taşınıyordu.
EOKA’nın 1955’te başlattığı silahlı mücadeleyle İngiltere’ye karşı baskı yoğunlaşmıştı. Rumların kanlı girişimleri ve uzlaşmadan uzak tavırları Kıbrıs Türkleri arasında giderek daha derin kaygılara neden oluyordu.
Kıbrıs Türklüğü tehlike altındaydı. Kısa sürede ada nüfusunun yaklaşık %18’ini oluşturan Türkler, geleceklerini ve güvenliklerini sağlamak adına Taksim fikrini savunmaya başladılar. İki toplum arasındaki gerilim giderek tırmanıyor, Rumların insanlık dışı faaliyetlerinin dozu giderek artıyordu. Kıbrıs Türkleri’nin gözü kulağı Ankara’ya çevrilmişti.
ZÜRİH GÖRÜŞMELERİNİN SÖZDE ÇÖZÜMÜ: EŞİT ORTAKLIK
Adadaki Rumlar, Yunanistan’ın açıktan desteği ile daha da pervasızlaşıyordu. 1958 yılına gelindiğinde Rumların hayasızca uygulamaya koydukları şiddet faaliyetleri hat safhaya varmış, Kıbrıs Türklerin için ölümle dansı başlamıştı.
Türkiye Cumhuriyeti ve Türk halkı Kıbrıs’ta yaşananlara karşı öfkeliydi. Dönemin Dışişleri bakanı merhum Fatin Rüştü Zorlu’nun yoğun gayretleri ile Kıbrıs’ta yaşananlar uluslararası merciler tarafından gündeme alındı.
1959 yılının Şubat ayında İsviçre’nin Zürih şehrinde, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile Yunanistan Başbakanı Konstantin Karamanlis ve Dışişleri Bakanı Evangelos Averoff bir araya geldi. Kritik görüşmelere, Kıbrıs Türk toplumunu temsilen Rauf Raif Denktaş da katıldı.
Yapılan ateşli görüşmeler sonrasında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına zemin hazırlayan Zürih Mutabakatı’nın imzalanması ile neticelendi. 11 Şubat 1959 imzalanan mutabakat metni Kıbrıslı Rum ve Türk toplumu için “siyasi eşitliğine dayalı bir anayasa çerçevesi” öngörüyordu. Anlaşmaya göre göre Cumhurbaşkanı Rum, Cumhurbaşkanı Yardımcısı ise Türk olacak ve her ikisi de hayati konularda birbirlerine veto hakkına sahip olacaktı.
Kurulacak Temsilciler Meclisi’nde Türkler %30, Rumlar %70 oranında temsil hakkına sahip olacak, Bakanlar Kurulu’nda ise 7 Rum’a karşılık sadece 3 Türk bakan bulunacaktı. Ordu ve polis teşkilatında da adadaki etnik dağılım gözetilerek yeni kontenjanlar sağlanacaktı.
Denktaş, görüşmeler sırasında Kıbrıs Türklerinin güvenliği ve bu siyasi eşitliğin anayasada sağlam şekilde güvence altına alınması için büyük bir diplomatik çaba ve özveri gösterdi. Sonraki yıllarda bu döneme ilişkin sarf ettiği “Her toplantıda, her kelimede elimizden gelenin en iyisini yapmalıydık; çünkü bu yalnızca bir anayasa metni değil, hayatımızın ve geleceğimizin güvencesiydi” sözleri, söz konusu sürecin Kıbrıs Türkleri için taşıdığı hayati önemi özetliyordu.
LONDRA GÖRÜŞMELERİ: BAĞIMSIZLIĞIN SON ADIMLARI VE GARANTİLER
Zürih’te varılan mutabakat, 17–19 Şubat 1959’da Londra yapılan görüşmelerle nihai şekline kavuşarak üç farklı uluslararası anlaşma hâlini aldı. İngiltere, Türkiye, Yunanistan hükümet temsilcilerinin yanı sıra Rum toplumu adına eli kanlı Başpiskopos Makarios ve Türk toplumu adına Dr. Fazıl Küçük bir araya gelerek imzalar atıldı. Bu üç kritik anlaşmayı özetlemek gerekirse:
Kuruluş Antlaşması (Treaty Establishing the Republic of Cyprus): Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, anayasal düzenini ve iki toplumlu yapısını resmen tesis etti.Garanti Antlaşması (Treaty of Guarantee): Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’yi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasal düzenini garanti etmekle yükümlü kıldı. Garantör devletlere, düzenin bozulması durumunda tek başına veya ortaklaşa müdahale hakkı tanıdı.İttifak Antlaşması (Treaty of Alliance): Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye ve Yunanistan arasında bir savunma ittifakı kuruldu. Ada topraklarında küçük Türk ve Yunan askeri birliklerinin konuşlanmasını öngördü.
Bu gelişmeler Türkiye’de hem resmi çevrelerde olduğu kadar halk nazarında da büyük bir heyecan ve memnuniyet yarattı. Menderes hükümeti, Kıbrıs Türklerinin güvenliğinin ve haklarının sağlanmasını ulusal bir başarı ve prestij meselesi olarak sunarken, ülkenin dört bir yanındaki kasaba ve köylerde Kıbrıs Türkleri için destek mitingleri ve kutlamalar tertip edildi.
16 AĞUSTOS 1960: CUMHURİYET’İN İLANI VE TARİHÎ TÖREN
Lefkoşa’da düzenlenen görkemli törende Türk düşmanı terörist Makarios Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı, Dr. Fazıl Küçük ise ilk Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak yemin etti. Yeni devletin bayrağı, beyaz zemin üzerinde bakır rengindeki Kıbrıs haritası ve altında iki yeşil zeytin dalından oluşuyordu; bu tasarım, barışı ve iki toplumun eşitliğini simgeliyordu. Sokaklarda büyük bir coşku hâkimdi; Kıbrıs Türkleri için bu, “eşit ortaklık” temelinde devletleşmenin tarihi bir kazanımı ve güvence olarak görülüyordu. Rumlar için ise sömürge yönetiminin sona ermesi ve bağımsızlığa kavuşma anlamında elde edilmiş büyük bir zaferdi.
Adanın her iki tarafında da büyük bir coşku yaşanırken Rauf Denktaş gibi isimler içlerinde derin bir endişe besliyorlardı. Lefkoşa’da küçük bir mahalle mektebinde öğretmenlik yapan Mehmet Salih o günkü duygularını günlüğüne “Bayraklarımızı gururla sallıyoruz ama yüreklerimizde hâlâ endişe var; Rumların eşitlik hakkımızı ne zamana kadar tanıyacakları muamma. Dikkatli olmalıyız” cümleleriyle not etmişti.
Türk basını Kıbrıs’ın bağımsızlık ilanını ve ülke genelinde düzenlenen törenleri yakından takip ediyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) konuyla ilgili özel oturumlar düzenledi; Başbakan Adnan Menderes’in zafer konuşması dakikalarca alkışlandı. İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerimizde sokaklara dökülen vatandaşlar alkış ve tezahüratlarla Kıbrıs Türklerine desteklerini gösterdi.
KIRILGAN DÜZENİN ÇÖKÜŞÜ: 1963 KRİZİ VE KANLI NOEL
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanından sadece üç yıl sonra, 1963 yılında adada ciddi bir kriz patlak verdi. Cumhurbaşkanı Makarios, anayasanın Türklere tanıdığı veto hakları ve temsil oranlarını kısıtlayan “13 Maddelik Değişiklik Önerisi”ni meclise sundu. Türk tarafı, bunu Zürih ve Londra Antlaşmaları’yla güvence altına alınan “eşit ortaklık düzenini” ortadan kaldıran ve kendilerini fiilen azınlık konumuna düşüren bir girişim olarak değerlendirip reddetti.
20 Aralık’ı 21 Aralık’a bağlayan gece, Rum milisler ve EOKA örgütü Kıbrıs Türklerine yönelik sistematik saldırılar başlattı. Rumlar kısa sürede Lefkoşa, Larnaka, Famagusta ve Omorfo gibi şehirlere âdeta “Türk avına” çıktı: Evler ateşe verildi, okullar, camiler ve kamu binaları tahrip edildi. Yüzlerce Kıbrıslı Türk hayatını kaybetti, binlercesi evlerini terk ederek güvenli bölgelere göç etmek zorunda kaldı. Bu dönemde toplumlar coğrafi olarak da ayrılmış oldu.
Saldırılar özellikle Lefkoşa’da yoğunlaştı. Rum teröristler Tahtakale semtinde otomobillere ateş açarak Zeki Halil ve Cemaliye Emirali’yi şehit etti. Ayvasıl köyünde 21 Kıbrıslı Türk esir alındıktan sonra katledildi. Lefkoşa’nın Küçük Kaymaklı bölgesinde ise 60 kişilik bir Rum birliği, 17 Kıbrıslı Türk’ü şehit ederek 500’ini de esir aldı. Kumsal bölgesinde
Lefkoşa’nın Kumsal semtinde Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi ve üç çocuğu, evlerinde savunmasız bir şekilde saldırıya uğradı. Kapıyı çalan ölüm, kısa sürede bu masum ailenin hayatlını kararttı: ne çığlıkları, ne umutları ne de masum gülüşleri geriye kaldı. O ev, bir anda korkunun ve acının simgesi hâline geldi. Mahallede yankılanan sessizlik, Kıbrıs Türk toplumunun yaşadığı dehşeti gözler önüne serdi. Bu katliam, Kanlı Noel’in en karanlık anlarından biri olarak tarihe geçti; masum bir ailenin vahşice yok edilişi, Türkün merhamet dolu sinesinde silinmez bir yara bıraktı. Bu olay Kanlı Noel’in simgesi hâline geldi.
Saldırılar Binbaşı Nihat İlhan’ın evinde yaşanan hazin ve insanlık dışı hadiseden sonra da devam etti. Larnaka ve Tuzla’da dokuz kişi öldü ve 13 Türk köyü boşaltıldı. Kanlıdere bölgesinde de Türk köyleri hedef alındı. Genel olarak 364 Kıbrıslı Türk yaşamını yitirdi, yaklaşık 25 bin kişi daha sığındı.
Kanlı Noel, yalnızca maddi kayıplar ve ölümlerle sınırlı kalmadı; iki toplum arasında derin bir travma yarattı. Bu zorlu süreçte Rauf Denktaş, Türkiye ile sürekli temas halinde olarak Kıbrıs Türklerinin haklarını uluslararası platformlarda savunmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Sonraki yıllarda ise acılarla yoğrulmuş bu hazin dönemi, “O karanlık günlerde tek dayanağımız Türkiye’ydi. Kıbrıs Türkleri, yalnız bırakılmayacaklarını bilmek için Türkiye ile sıkı bir koordinasyon içinde hareket ettik. Attığımız her adım, verdiğimiz her mücadele öncelikle hayatta kalma mücadelesiydi” sözleriyle özetleyecekti.
SOĞUK SAVAŞIN GÖLGELERİNDE JEOPOLİTİK BİR KRİZ
16 Ağustos 1960 ve sonrasında yaşanan acılar, yalnızca geçmişin bir kesiti değil, günümüz için derslerle dolu bir miras. Bundan 65 yıl önce Kıbrıs’ta ilan edilen “eşit ortaklık düzen”, kısa sürede Rum teröristler tarafından ihlal edilerek Kıbrıs Türkleri tamamen yok etme girişimleriyle sonuçlandı. Akdenizin ufak adası Kıbrıs’ta yaşananlar bize eşitlik, diyalog ve hak güvenliğinin kırılganlığını, huylunun huyundan vazgeçmeyeceğini gösteren en belirgin derslerden biri.
Geçmişin acı tecrübeleri bizlere “eşitlik” ve “güvenlik” mücadelelerinin ne derece vazgeçilmez olduğunu fakat bu yolda yürürken muhataplarımızın “huyunu”, “cibilliyetini”, “cinsini” hiçbir zaman göz ardı etmemiz gerektiğini fısıldıyor.
Herhangi bir fikriniz var mı?
🤔 Bu haber hakkında ne düşünüyorsunuz? Tepkinizi emojiyle gösterin!